Sana Sevdam Sarı
Özden Selenge


Bugün bir kitaptan yola çıkarak, bir yazar ve özellikle Kıbrıs Türk Edebiyatı üzerine bir şeyler yazacağım. Yazarımız Özden Selenge, söz edeceğim roman ise Sana Sevdam Sarı… Ekin Yazın Dostları olarak Kasım 2018’de İzmir’de 32 üyemizle Kıbrıs’a giderek kitaplarını yazarımızla birlikte Lefkoşa Türk Lisesinde tartışmıştık.

Kıbrıs'ta Mağusa, şimdi adı Altınova olan Aynakofo’da doğdu. Asıl adı Özden Nazım Selenge olmasına karşın son yıllarda çıkardığı kitaplarda Özden Selenge (Serak) imzasını kullandı. 1955 yılında Lefkoşa'ya yerleşmiş, ilkokulu Küçük Kaymaklı İlkokulunda, ortaöğrenimini Lefkoşa Türk Kız Lisesinde okumuştur. Ortaokul ve lise öğrenimi sırasında farklı gazetelerin edebiyat köşelerinde birçok şiiri yayımlanmıştır. Bu şiirleriyle çeşitli ödüller aldı. Yükseköğrenimini ise Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünde tamamladı. Ardından 1968 yılında İzmir'de Resim ve Sanat Tarihi Öğretmenliği yaptı. 1969 yılında Kıbrıs'a dönüş yaptı. Uzun yıllar boyunca Kıbrıs'ın değişik liselerinde resim ve sanat tarihi öğretmenliği yaptı. Öğrencileri üzerinde etkisi tartışılmaz, bunun sonucu olarak da birçok öğrencisi sanatçı olduğu görülür. Kıbrıs’ın çeşitli liselerinde uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli oldu. Halen Lefkoşa’da yaşamını sürdürmektedir.

Sana Sevdam Sarı üzerine yazmadan önce üzerinde durulması gereken konu yazarın tarzı olmalı. Gerçek bir Kıbrıs yazarı olduğunu ortaya koyarcasına romanlarında (Okuduğum Sana Sevdam Sarı ve Korkma Ay doğacak’ta tanıklığımı da göz önüne alarak) kimi zaman şiir gibi, kimi zaman destan yazarcasına Kıbrıs’ı okuyucunun gözlerinin önüne serdiği görülür. Dili kendine ve Kıbrıs’a özgüdür. Betimlemelerinde usta, dili sade, anlaşılır ve akıcıdır. Romanlarında yer yer Kıbrıs’a özgü doğal sözcük ve anlatımlara yer vermiştir.

Öykü, anı-mektup, roman türünde bir çok eserinin yanında ressamlığının belgesi olarak sergi ve albüm kitapçıkları da vardır.

Sana Sevdam Sarı romanı gerçek anlamda bir Kıbrıs destanıdır. Türkiye’de çoğunluğu Osmanlı Sarayından ayrılma Afrika kökenlilere kısmen aşinayız. Kıbrıs’ta da bulunması bir gerçekliktir. Bulundukları toplumlarda genellikle hizmet eden, çalışan durumunda olan Afrika kökenli yurttaşlar bu romanda kendilerine yer bulmuşlar. Roman Lefkoşa’da 1963 yılında Türk – Rum çatışmalarının arasında Zerrin’in yaşamıyla başlıyor. Ardından geri dönüşlerle kahramanların yaşam öykülerinin başına yolculuğa çıkıyoruz. Bu arada az önce sözünü ettiğimiz Afrika kökenlilerden Havvaana ile tanışıyoruz. Zerrin’in dedesi olan Yusuf Efendi kimsesiz Havvana’yı ortada kalmasın diye ailesine katmıştır. Havvaana da kendini kısa zamanda ailenin diğer fertlerine sevdirmeyi başarır. Artık evde yapılacak bütün işler ona emanettir.

Aslında muhtemelen adı Havvana değildir. Ancak Zerrin’in, o zamanlar küçük bir çocuk olan babası Kemal Bey’in onu ilk gördüğünde Havvaana demesiyle öyle kalır. Bir ara kendisine talip olan kişiyle evlenmeyi kabul etmez. Onun dünyası Yusuf Efendi ve ailesinden ibarettir. İlerleyen yıllarda bastırılmış cinsel duyguları bir gece kendisini Yusuf Efendi ile evlendiğini görmesiyle yaşamına baskı kurmaya başlar. Evet, gizli bir hayranlığı vardır ama bu onu eş olarak görme şeklinde asla değildir. Kendi kendine çok kızar, Yusuf Efendi’nin ailesine özellikle çocuklarına ihanet etmiş gibi hisseder. Ama rüyalarına engel olması olanaksızdır.

Romanın bir bölümünde “E destur, nedir bu rüyalar? Subaşlarında el ele. Bahçedeki çıngı kadar havuzda, ikimiz çıplak. O, nurdan yaratılmış, ben isli mertek, hiç yakışmadık. Tuuu sana bre utanmaz karı, yok tövbeler olsun kız oğlan kız… İşte neysen, kızlığın da kaldı mı bu rüyaları göre göre, onu Allah bilir.” Derken Yusuf Efendi’yi ve kendisini tanımladığı “nurdan yaratılmış” ve “isli mertek” sözcükleriyle toplumda bulunduğunu düşündüğü yeri de tanımlamış olur.

Roman Yusuf Efendi’nin aile ilişkileriyle sürüp gidiyor. Kendisi namaz kılmamasına, oruç tutmamasına karşın dinine bağlı olan Havvana’ya karşı çok hoşgörülü davranması, Ramazan ayında sağlığı bozulmasın diye bütçesi pek elvermese de evin etini eksik etmemesi, sağlıklı beslenmesi için çaba harcamasının altında zaman zaman gittiği Mevlevi toplantılarında öğrendiği etrafındakilere insanların eşit olduğu,  herkese hoşgörü gösterilmesi ve ayırım yapılmadan iyi davranılması gerektiği düşüncesine bağlanabilir.

Bir ara Yusuf Efendi’nin karısı da her ne kadar yakıştırmasa da Havvana’dan şüphelenir. Düşüncelerinin arasında yine de bir iltifat sezilir. “Kara mara ama kadındı, endamlıydı. Şöyle yüzünü görmesen de arkadan baksan, aman ne selvi salınışlı kadın, dersin.” Bir başka yerde de “Havvana kara mara ama on tane beyaza değişmezdi onu. Gerçek anaydı tümüne.(…) Yüzü kara, yüreği apaktı onun. Sevgilerle doluydu.”

Roman için daha çok şey söylenebilir, Havvana’nın ailesinin, Yusuf Efendi’nin karısı, oğlu ve torununun yaşamından kesitlerle sürüp gider. Ama biz sözü burada kesip kalanını okuyucuya bırakalım…

11 Kasım 2021